Öcalan, İkinci İdrisi Bidlisi Olabilir Mi?

Yayınlama: 02.03.2025
Düzenleme: 02.03.2025 14:54
A+
A-
Kütahya Dumlupınar Üniv. Öğr. Üyesi - Uluslararası İlişkiler Uzmanı

Osmanlı Devletinin yönünü Balkanlar yerine ilk kez Orta Doğu’ya çeviren hükümdarı olarak bilinen Yavuz Sultan Selim döneminde Sünni Kürtler, Şii Safeviler’e karşı Osmanlı’nın yanında yer almışlardır. Bu dönemde, Safeviler ve Memlüklerin siyasi rekabetleri hariç tutulursa tüm Müslümanlar, son İslam sancağı olarak görülen Osmanlı İmparatorluğunun bayrağı altında toplanmaktaydılar. Tunus, Cezayir, Libya… gibi. Çünkü başta Endülüs’ten gelen facia haberleri, Portekiz ve İspanya’nın yükselişi ve Osmanlının Hıristiyanlara karşı Avrupa’da kazandığı zaferler; dini, iktisadi ve siyasal özgürlükler ile birleşince süreç, günümüzdeki Avrupa Birliği gibi kaçınılmaz olmuştur.

Safevi Devleti’nin batı sınırındaki şehir ve kalelerden en önemlilerinden biri olan Diyarbakır’ın da alınmasına karar veren Sultan Selim, Akkoyunlulara da danışmanlık yapan ve Osmanlı tarihini yazan (Heşt Bıhışt-Sekiz Cennet) ünlü Kürd din ve ilim adamı İdris-i Bitlisi vasıtasıyla şehri aldıktan sonra, buraya ilaveten Urmiye, İtak, İmadiye, Siirt, Eğil, Mardin, Hasankeyf, Palu, Bitlis, Hizran, Meyyafarikin ve Cizre de Osmanlı hâkimiyetine girmiştir. Kısa süre sonra Kürdistan ve Diyarbakır’ın önemi Osmanlı fermanlarında hak ettiği yeri işgal edecektir. Örneğin, Kanuni’nin Fransa Kralı’na gönderdiği mektupta, “ Ben ki; Sultanların Sultanı… Anadolu’nun, Karaman’ın, Rum’un, Zülkadriye’nin, Diyarbakır vilayetlerinin, Kürdistan’ın… Sultan Süleyman Han’ım…” .

Aynı şekilde bu tarihlerde Mısır merkezli Memlük Devletine tabi olan Ramazanoğulları Beyliği de Osmanlı Devleti’ne tabii olur. Böylece Anadolu’da siyasi birlik sağlanırken, Doğu’da İran ve Güney’de Memlük tehlikesine karşı Çaldıran ve Mercidabık zaferlerinden sonra Osmanlının Doğu ve Güney sınırlarının güvenliği sağlanmış oluyordu. Yavuz, bu dönemde en sadık müttefiki Kürdler olmuştur. Yavuz Sultan Selim (1512–1520), Kürdistan’ın özerkliği konusunda söz vermiş ve gerçekten de 19. Yüzyılın ortalarına kadar bölgede Kürt hükümetleri ve emirlikleri özerk olarak hüküm sürdürmüşlerdir.

19. yüzyılın başlarından itibaren yıkılma ve Batılılaşma sürecine giren Osmanlı Devleti, Tanzimat (1839) ve Islahat Fermanları (1856) sonucu eyalet odaklı devletin idari yapısında köklü değişikliklere gidilmiş ve bu idari yapı özellikle II. Mahmut döneminde değişmeye başlamıştır. Geleneksel Osmanlı idari yapısını modernize etmeye, yani âdem-i merkezi idari sistemini değiştirip merkezi yapıyı güçlendirmeye başlamışlardır. Bunun için öncelikle, 1826 yılında Anadolu Eyaleti resmen dörde bölünür, “mutasarrıfları olan paşaların mutedil mütesellimlerle idarelerine karar verildi”, şeklinde ilk adım atılır. Bu durum hiç şüphesiz olarak tüm Osmanlı toprakları gibi Kürdistan’a da yansır.

Örneğin; Kasım 1847 tarihinde Diyarbakır vilayetine bir vali tayin edilirken buraya bağlı Van, Muş ve Hakkâri sancakları ve ayrıca Cizre, Botan ve Mardin kazalarından oluşan Kürdistan adı yeni bir eyalet teşkil edilir.

Özetle üç yüzyılı aşkın bir süre Osmanlı Eyalet idari sisteminde yer alan Kürdistan Eyaleti Kürt Beylerince özerk olarak yönetilirken, ancak 19.yy’da itibaren Osmanlı idari sistemindeki değişiklikler Kürdistan’a da yansımıştır.

İki bölümlük bu çalışmamızda Osmanlı yönetim sisteminde 404 yıl kalan Kürdistan eyaletinin (1514–1918) Osmanlıya bağlanma süreci ve 1984-2025 yılları arasında A. Öcalan önderliğindeki Apoizm ideolojisi liderliğindeki PKK terör örgütünün silah bırakması ve BOP kapsamındaki Orta Doğu’da bunun muhtemel etkileri analiz edilecektir.

Kürdlerin Osmanlı Devletine Bağlanmasının Siyasi ve Stratejik Önemi (1514)
Bilindiği gibi Müslüman Türklerin Ortadoğu’ya gelişi 8.yy’a kadar uzanmaktadır ki; Türkler için Abbasi halifesinin Sammara kentini kurduğu bilinmektedir. Selçuklu İmparatorluğu ile Arap, Türk ve Kürd Müslümanlar arası ilişkiler doruk noktasına ulaşacak ve Bizans İmparatorluğu’na karşı ortak olarak Malazgirt (1071) zaferi kazanılacaktır. Selçuklu Sultanı Muhammed Alpaslan’ın, 4000 kişilik hassa askerlerine ilaveten, 10 000 Mervani Kürd askerin varlığı konumuz açısından önem taşımaktadır. Aynı şekilde Yassıçemen (1230) savaşında da Kürdler, Anadolu Selçuklu devletinin yanında yer almış ve Celaleddin liderliğindeki Harezmşahlar yenilmiştir.

Böylece ilk Timur vakası yaşanmamış ve 60 yıl sonra Osmanlı’nın rahat doğumu mümkün olmuştur. Nureddin Mahmud Zengi’nin elinde yetişen Selahaddin-i Eyyubi’nin de Kudüs’ü Haçlılardan kurtarması (1187) ilişkilerin boyutunu ortaya koymaktadır ve bu ilişki süreci 1500’lere kadar çeşitli şekiller altında İslam kardeşliği çerçevesi altında başarıyla devam edecektir.

Bu nedenle Osmanlı Devleti’nin Safevilere karşı Kürt beyleriyle ilişkileri Çaldıran savaşından (1514) önce başladığı genel kabul görülen bir gerçektir. Çünkü burası aynı zamanda Orta Asya’dan gelen Türk göçlerinin yolunda bulunmaktaydı Eyyubiler de Dovin’deki yerlerinden Türkmenlerin yağmalamalarından canlarını zor kurtardığını anlatmıştır.

Çaldıran Zaferinin öncesinde ve sonrasında, Yavuz Sultan Selim, kendisine Doğu Anadolu’nun fethedilmesini ve ona Şam ve Bağdat anahtarlarını vadeden meşhur âlim ve tarihçi İdris-i Bitlisi’ye, Doğu ve Güneydoğu bölgelerinin Osmanlı Devleti’ne ilhakı için vazife verdiğinde; İslam birliğinin zaruretine inanan başta Bitlis hâkimi Şerefüddin Bey, Hizan Meliki Emir Davud, Hısn-ı Keyfa Emiri Eyyubilerden II. Halil, İmadiye Hakimi Sultan Hüseyin Cezire Hakimi Şah Ali Bey, Çemişgezek Hakimi Melik Halil, Pertek Hakimi Kasım Bey… Ayrıca Suran, Urmiye, Atak, Cizre, Eğil, Garzan, Palu, Siirt, Meyyafarakin, Sason, Sincar, Çermik, Malatya, Urfa, Besni, Harput, Mardin ve benzeri yerlerdeki aşiretler de arka arkaya Osmanlı Devleti’ne iltihak etmişlerdir.

Böylece Doğu ve Güneydoğu bölgesinin tamamı, bir iki ay içinde Osmanlı Devletine iltihak etmişti. Tarihçi McDowell’a göre İdris Bitlisi şöyleydi: Hem sultanın hem de Kürt liderlerin güvenini kazanmış olmak gibi nadir rastlanan bir özelliği vardı. Eski bir Akkoyunlu subayı olarak onların yerel bağımlılıklarının nasıl beceriksizce tahrip ettiğini izlemiş ve Şah İsmail’in de aynı yoldan gittiğini görmüştü; soylu bir kürt olarak bölgeyi iyi tanıyor ve reis ailelerini anlıyor, onlarda nasıl pazarlık edileceğini biliyordu; aynı zamanda tanınmış bir tasavvufçu ve din eğitimcisinin (Hüsammeddin) oğlu olarak büyük saygı görüyordu.

Yavuz Sultan Selim İran seferi sırasında Amasya karargâhından Şeyh Hakim İdris-i Bitlisî’yi Şiilere, özellikle onların başında bulunan Safevî olan Şah İsmail’e karşı Kürt aşiret reisleri ve emirleri ile bağlantı kurarak harekete geçmeleri için defalarca görevlendirdi. O da bu görevini başarıyla tamamladı ve meşhur Çaldıran savaşından sonra tüm Kürdistan beldeleri bir uçtan bir uca kadar İranlılara karşı harekete geçti. Diyarbekir ahalisi isyan bayrağını açarak Şah İsmail tarafından atanmış olan Kürdistan valisi Muhammed Han İbn Ustaclu’yu beldeden kovdu ve Osmanlı Devleti’ne bağlılığını sundu. Aynı şekilde Bitlis emiri Şeref Bey de Acemler tarafından beldesine atanmış olan kardeşi Halit Bey’i kovarak emirliğinin kalesine Osmanlı bayrağını çekti. Yine nam salan Eyyûbilerin sülalesinden olup Siirt ve Hasankeyf Emirliğinin gerçek varisi durumundaki Melik Halil de itibarını ve beldesini geri alabilmek için Şah İsmail’e karşı ayaklandı.

Bütün bu gelişmeler olurken aynı zamanda Sultan Selim, Urumiye Gölünden, ta Malatya’nın batı taraflarına kadar dağınık olan Kürdistan’ın emir ve komutanlarını Osmanlı çatısı altında toplamasının faydalı olacağını düşünerek bu görevi İdris-i Bitlisî’ye verdi. İdris-i Bitlisî’nin olgun siyaseti ve Bıyıklı Mehmed Paşa’nın üstün cesareti sayesinde Kürt bölgelerinin hepsi kendi arzu ve istekleri ile Osmanlıların himayesi altına girmiş oldular.

Kürt ve Türkmen aşiretleri gibi, güneyde yer alan Arap aşiretleri de yine kendi iradeleriyle Osmanlı Devleti’ne iltihak etmişlerdir. Aralarında İbn-i Harkuş, İbn-i Said, Beni İbrahim, Beni Sayim, Beni Ata aşiretleri, Safed ve Gazze şeyhleri ile Haleb ileri gelenlerinin bulunduğu seçkin bir temsilciler heyetinin Yavuz’a takdim ettikleri ve aslı Topkapı Sarayı’nda bulunun şu itaat mektubu çok manidardır:
“Bizler, canlarımız, mallarımız, iyalimiz ve dinimizin emniyeti için size itaati arzuluyoruz. İslamı tatbik ve adaleti te’sis için sizin hâkimiyetinizi zaruri görüyoruz.”

Bu başarının perde arkasına bakıldığında şu gerçekler dikkat çekmektedir: 16. yüzyılın başlarında Diyarbakır ve çevresi Şah İsmail tarafından son Akkoyunlu beylerinin ellerinden alınmış ve Şah İsmail bölgeyi, Sünni olmaları sebebiyle güvenemediği Kürt beyleri yerine merkezden atadığı Şii valilerin denetimine bırakmıştı. Kürtlerin Sünni Müslüman olmaları ve her iki halkın Kızılbaş olarak gördükleri Şiilere karşı antipatileri, acem ırkçılığı ve Osmanlıların özerklik vaadi ilişkileri olumlu yönde artırmıştır.

Daha sonra İdris-i Bitlisi’nin tavsiyesi üzerine Erzurum Bıyıklı Mehmet Paşa (Fatih Paşa/Camii/PKK bu camiyi 2015 yılında yakmıştır) ve Rumeli Beylerbeyi Şadi Paşa’nın bölgenin fethiyle görevlendirilmesi üzerine Karahan komutasındaki İran ordusun karşı hareket geçmiş ve Safevi birlikleri yaklaşık bir yıllık Diyarbakır kuşatmasını kaldırmak zorunda kaldırmışlardı. Osmanlıya iltihak eden Diyarbekir bir eyalet olarak teşkilatlandırılıp, Bıyıklı Mehmet Paşa da ilk Beylerbeyi olarak atanmıştır. Bu süreçte Bidlisi, kalem kadar kılıç kullanmakla da maharetini göstermiştir ki; Karahan Paşa’yla bizzat savaşmıştır.

Türklerin İmparatorluk ve Kürdlerin Altın Dönemi
Bu süreçten sonra Osmanlı Devleti, Doğu Anadolu’da Diyarbekir, merkez kabul edilerek Musul, Bitlis, Mardin ve Harput da dahil olmak üzere bütün Doğu Anadolu’da gayet geniş bir eyalet meydana getirmişti. Mcdowell’e göre on altıncı yüzyıldan itibaren Osmanlı ile yeni ortaya çıkmakta olan Safevi İmparatorlukları arasındaki denge Kürdistan’da o güne kadar görülenden daha istikrarlı bir siyasal yapının oluşmasının koşullarını yarattı. Hatta bu dönemde oluşan koşullar gelecek üç yüzyıl boyunca devlet ve Kürt çevreleri arasındaki siyasi ilişkilerin genel hattını belirledi.

Bu dönemin başında böylesi bir denge öngörülememişti. On dokuzuncu yüzyılın ortalarında Kürtlerin nostaljik bir biçimde geçmişe bakarak Kürt prensliklerinin mozaiği içinde bağımsız var oldukları bir ‘altın çağ’ görmeleri mümkündür. Yine Mc Dowell’a göre (Kürdistan) Osmanlı’nın Anadolu’su ile Safevilerin Azerbaycan’ı arasında etkili bir stratejik denge noktası oldu ve uzun vadede Kürdistan’ın göreli bir istikrar dönemi yaşamasına neden oldu. Fekiye Teyran ve Melaye Cezire gibi alimler bu dönemde yetişmiştir ki; Eyyüp sırtlarında (Piyer Loti) kendisine köşk tahsis edilen Bidlisi, ilk sekiz Osmanlı Padişahının hayatını yazmıştır.

Bu süreç, İdris-i Bitlisi ile başlayan şarktaki beyler ve Müslüman halkın hilafet ve saltanata sadakatle bağlılıkları, en azından 1850 yılına kadar yani yaklaşık 330 sene devam etmiştir. Osmanlı Devleti, yerli ahaliyi Müslüman kardeşleri ve bu bölgeleri de dar’ül İslam olan ülkesinin asli parçası olarak görmüş; buna karşılık Müslüman ahali ve beyler de, Osmanlı Devleti’ni İslam’ın bayraktarı, Hilafet merkezi bir İslam devleti olarak telakki edip ona itaati kendileri için ibadet saymışlardı. Böylece Kürdistan’ın Osmanlıya istincadı (gönüllü katılım) ile Osmanlı, özellikle Safevilere karşı arka cepheden rahat bir nefes alırken, Kürdistan da aynı tehditten kurtulduğu gibi dış tehditlere karşı rahat bir nefes alabilmiştir.

Osmanlıların bölgeyi kontrol altına almaları elbette kolay olmamıştır. Çünkü emirlik sistemine tabi olmadığı görülen göçebe aşiret birlikleri ya da halklar da oluşturdular. Diyarbakır vilayetindeki en büyük aşiret Akkoyunlu aşiret birliğinden kalan Boz Ulus’tu. Türkmen ve Kürt aşiretlerinden de yaklaşık 75.000 kişi bulunuyor, bunlar kışı Suriye çöllerinde, yazı ise Dersim/Tunceli bölgesinde geçiriyorlardı. Diğer önemli grup neredeyse bütünüyle Kürtlerden oluşan Kara Ulus’tu. Diyarbakır, Van ve Şahrizur vilayetlerinde bazıları bütünüyle göçebe olan toplam 400’ün üzerinde aşiret reisi vardı. Bir de bugün DSG’yi destekleyen talancı Tayy ve Şammar aşiretleri çölden çekirge gibi yazın bölgeyi talan ederlerdi.

Artık İdris-i Bitlisî, art arda yapılan savaşlar, çıkan fitneler ve karışıklıklardan dolayı çok zor duruma düşmüş olan bu Kürt bölgelerinin gelişip kalkınması için bir idarî sistemin kurulmasına çalışmaya başladı ve Osmanlı yönetimine bağlı olarak Kürt mahallî idareleri ve eyaletlerini kalkındırmak için alınan bu tedbir ve planlar, Sultan Selim’in de takdirini kazanmıştı. Bu bağlamda Şeyh İdris’e bir ferman, bu fermanla beraber de on yedi tane bayrak ve atalarından bugüne kadar hep evlatlarına miras olarak gelen Kürt eyalet ve Hükümdar nişanı, aynı zamanda İdris-i Bitlisî’ye de özel olarak 25.000 Duka altın ile beraber çok değerli hediyeler verildi.

Kürdistan’ın Osmanlı Devletine katılmasından sonra bölgede Osmanlı idari sistemi kısa kurulmaya başlanır. Ayn-ı Ali’nin 17. yüzyılın başlarında Diyarbakır Eyaleti’nin idari yapılanması hakkında verdiği bilgiler bu farklılığı ortaya koymaktadır:
“Eyalet-i Diyarbakır on bir Osmanlı sancağı ve sekiz Ekrad begi sancağı ve beş hükümeddir. Bu sekiz Ekrad sancağı hin-i fetihden gerçi sancak tarikiyle verilmişdir ve sancak itibar olunur. Lakin yurdluk ve ocaklık üzere olub azl ve nasb kabul edilmezler. Fevt oldıkda vali arzıyla oğullarına verilür. Harice verülmez. Lakin sancaklar gibi ebvab-ı mahsulatı tahrir-i defder olunur. İçinde zeamet vardır. Sefer oldıkda zuema ve erbab-ı tımarı alay begisi ile sancak begi sair sancaklar gibi beğlerbegisi ile konub göçüb, bayrağı altında sefer hidmetine eda ederler. Ferman olan hidmete gelmezler ise sancağı oğluna veya akrabasına verilür. Ama hükümetler tahrir olınmamışdır. İçinde zeamet ve tımar yokdur. Hâkimleri mülkiyet üzerine zabt ve tasarruf iderlerler. Mefruzu’l-kalem ve maktuu’l-kadim olub ebvab-ı mahsulatı her ne ise kendüleri mutasarrıfdır.

Bidlisî Hazretleri de yönetimi kolay olsun diye Diyarbekir bölgesini 19 sancağa ayırdı. Aynı zamanda bu pratik sistem Musul ve Urfa bölgelerine de uygulandı. Çünkü halkın eğiliminin bağımsızlık ve hürriyet yolunda olmasına rağmen, aşiret reislerinin arasındaki çekişmeler nedeniyle merkezî bir idarenin kurulmasına katkıda bulunmuyordu. Çünkü her şeye karşı koyan ve hiç kimseye boyun eğmeyen bu bölgeler, İdris-i Bitlisî’nin olgun siyaseti ve isabetli planlaması sayesinde, büyük zorluklar ve çabalarla ancak Osmanlı hâkimiyeti altında toplanmaları sağlanmıştı. Kuşkusuz, bu olgun siyaset ve güzel sonucun korunması, Kürdistan bölgesinde millî kurumların ve halkın istekleri doğrultusunda özerk bir idarî sistemin kurulmasını da gerektiriyordu.

Aslında Sultan Selim bu noktalarda İdris-i Bitlisî’ye çok büyük bir güven besliyordu. Öyle ki, İdris-i Bitlisî’ye kendisinin bilgisi doğrultusunda doldurabileceği ve bunları ileri gelen haysiyetli komutan ve hükümdarlardan istediğine dağıtabileceği altı imzalı “boş fermanlar” gönderdi.

Ocak 1526 yılında Kürdistan Osmanlı sultanlarının mektuplarında hak ettiği yeri alır. Hatta burada dikkat edilirse Diyarbakır’a ayrıca önem verilir. Kanuni’nin Fransa kralı, Fransuva’ya gönderdiği mektup konumuzla ilgili kısmı aşağıya alınmıştır:
Ben ki, Sultanlar sultanı, hakanlar hakanı hükümdarlara taç veren Allah’ın yeryüzündeki gölgesi, Akdeniz’in ve Karadeniz’in ve Rumeli’nin ve Anadolu’nun ve Karaman’ın ve Rum’un ve Dulkadir Vilayeti’nin ve Diyarbakır’ın ve Kürdistan ve Azerbaycan’ın Acem’in ve Şam’ın ve Halep’in ve Mısır’ın ve Mekke’nin ve Medine’nin ve Kudüs’ün ve bütün Arap diyarının ve Yemen’in ve daha nice memleketlerin ki, yüce atalarımızın ezici kuvvetleriyle fethettikleri ve benim dâhi ateş saçan zafer kılıcımla fetheylediğim nice diyarın sultanı ve padişahı Sultan Bayezıd Hân’ın torunu, Sultan Selim Hân’ın oğlu, Sultan Süleyman Hân’ım….

    Kanuni’nin özellikle Bağdat seferleri sırasında, 1533, 1534, 1548 ve Osmanlıların Kürt emirlerinin yardımıyla Şahrizur ve Bilkas’taki Kürt bölgelerini İran denetiminden kurtardıktan sonra da 1554’te İran’a seferler düzenledi. Musul, Erbil, Kerkük, Şahrizur, Suran ve Amadiya’dan kırk bin Kürt 1638’de Bağdat’ın Osmanlılarca kuşatılması ve ele geçirilmesinde çok önemli rol oynadı.

    Kâtip Çelebi’nin Cihannuma kitabında bunlara ilaveten şu iki hükümet daha zikredilmektedir: Habu hükümeti ve Malaşkurd (Alaş Kurd) hükümeti. Bu hükümetin başkanlarına Mirê Miran (Beylerbeyi) deniliyor ve iç işlerinde tamamen bağımsız idiler. Öte yandan bu mükemmel idarî sistem sadece Diyarbekir vilayetine özel değildir; bilakis diğer Kürt bölgelerini de kapsıyordu. Nitekim aynı sistemi Van vilayetinde de görüyoruz. Çünkü Van vilayeti 37 sancağa ve direkt olarak sultana bağlı 4 ayrı millî hükümete ayrılıyordu.

    Bu hükümetler:
    a. Hakkâri Hükümeti: Bu hükümetin on bin savaşçıdan oluşan askerî bir gücü vardı ve savaş zamanında bu kuvvetin sayısı 50 bini buluyordu.
    b. Bitlis Hükümeti: Bu hükümetin de Hakkâri hükümetinin askerî gücü kadar bir kuvveti vardı.
    c. Mahmudî Hükümeti: Van şehrinin doğusunda kurulmuştur. Burada ise yaklaşık 120 Kürt kabilesi bulunmakta idi ve askerî gücünü buradan sağlayan hükümetin sürekli asker gücü 6.000 atlıyı buluyordu.
    d. Pinyaniş Hükümeti: Mahmudî hükümetinin yakınlarında kurulmuş olup daimi askerî gücü 6.000 savaşçıdan oluşuyordu.

    Evliya Çelebi de bu hükümetlere ilaveten İran-Tebriz hükümetine bağlı 5 hükümetten daha bahsetmektedir. Bunlar, Kutur, Piredozi, Colani, Dımdımi ve Dınbili hükümetleridir. Bir sancak olarak anılmakla birlikte, Mardin’in yönetimi bir sancakbeyine bırakılmamış, Diyarbekir Eyaleti’nin paşa sancağı Amid’den, Diyarbekir valiliğince yönetilmiştir.

    Kısaca özetlediğimiz bu sistem, daha ziyade Doğu Anadolu’da uygulana gelmiştir. Sebebi bu bölgede daha önce müstakil veya İran’a bağlı beylerin fetih esnasında Osmanlı Devleti’ne sadakat göstermeleri ve en önemlisi de, hem itikadi açıdan (ehli sünnet) ve hem de ameli açıdan, Osmanlı Devleti ile aralarında herhangi bir farkın bulunmamasıdır. Başlangıçta hizmet ve sadakat karşılığı verilen bu sancakların durumu, daha sonra ailelerin tasarrufuna bırakılmış ve Tanzimat dönemine yani 1840’lara kadar bu hal aynen devam etmiştir.

    Kürdlerin Osmanlı Devletine bağlanması bir savaş veya işgal sonucu olmayıp istincat yani gönüllü ve karşılıklı çıkar esasına dayalı bir işbirliğiyle oluşmuştur. Burada en önemli sebep İran tehdidi, iki halkın Sünni Müslüman olmaları ve Osmanlı’nın Kürtlerin yönetim sistemine dokunmamaları, yani onları iç işlerinde serbest bırakmaları olarak görülmektedir.

    Özalan, İkinci Mevlana İdrisi Bidlisi Olabilir mi?
    Tarihin Dicle ve Fırat gibi bazen canlı bazen de kanlı ama kesintisiz aktığı ve kumların sık sık yer değiştirdiği Orta Doğu’da; Öcalan’ın 2013 yılında ve şimdi yayımlanan mektupları ve ifadeleri önemlidir. Çünkü PKK/PYD, 21.yy’ın Türkiye Yüzyılında Bayraktar SİHA’nın önünde takoz gibi durmaktadır. Bunun mutlaka kaldırılması gerekmektedir.

    İran’ın ve Rusya’nın zayıfladığı, İsrail’in II. Siyonist-Haçlı Krallığı olarak BOP kapsamında parçalanan Bereketli Hilal’de Şam’a yaklaştığı, bu dönemde bu çağrı hayati derecede önemlidir.
    Öcalan’ın 31 Mart 2013 ve 27 Şubat 2025 yılından yayımlanan iki mektubunda aşağıdaki konular dikkat çekici görülmektedir:
    1.) Kürdler ve Türkler, tarih-tabiatlarına uygun, gönüllü ve İslam kardeşliği (Bugün Demokratik Toplum) içerisinde birlikte yaşayabilir. Bu nedenle İdrisi Bidlisi’ye, iblis diyen zihniyetin (PKK) ölümü bizzat kurucu babası tarafından ilan edilmiştir. Yani PKK müttefiki Baas gibi ölmüştür.
    2.) PKK’nın doğuş sebebi, Araplarda Baas ve Türkiye’de (İttihat ve Terakki Fırkası ve devamı olan CHP) Fransız İhtilali’ni ilham alan Batı(l) ideolojileridir. İdeolojiler artık ölmüştür ki; ırkçılık ve Sosyalizm yerine önceden İslam şimdi Demokrasi esaslı düzen kurulmalıdır.
    3.) 1000 yılda ama özellikle, son yüzyıl hariç, son beş asırda İslam ruhu kesin başarılı olmuştur. Örneğin, Abdülhamid, Kürdlerin babası idi (Bave Kürdan). Şurayı Devlet azası ve emniyet amiri Ali Şemli Paşa gibi Bedirhaniler Abdülhamid döneminde görev aldılar. Anadolu Beylerbeyi Kürd Süleyman Paşa’dır ki oğlu Alo Paşa adına Kütahya merkezde halen Camiisi faaldır.
    4.) Orta Doğu, son iki asırda ontolojik kırılmaya uğradı ve asimile edildi. Bu emperyalistlere karşı, Filistin’de canlı yayınlarda görüldüğü gibi kardeşlik ruhu ve inancımıza uygun davranmalı ve ittifak kurmalıyız.
    5.) Yavuz ve Abdülhamid’in siyasi ruhuna sahip olan Erdoğan ve Bahçeli, tarihi rol oynamaktadır. Siyaset de buna uymalı. (DEM, S. Sendromundan çıkıp Cumhur İttifakına katılabilir mi?)
    6.) PKK, DSG ya da bu amaçla bir başka örgütün Türkiye ile savaşmasının meşruiyeti kalmamıştır. Bu süreçten sonra örgüt parçalanabilir veya bitebilir. Böylece kendini yakanların ve Apoizmin bölgesel etkisi de test edilmiş olacak.
    7.) 50 000 kişinin öldüğü, binlerce köyün yakıldığı ve milyonlarca kişinin mülteci olduğu bu konunun vebali de bana (Öcalan) aitse de bunun sebebi Türkiye’de uygulanan Batılı frengi hastalığı yani ideolojilerdir. Bunlar da Türkiye’de ve Orta Doğu’da başarısız olmuştur.Bu nedenle bağımsızlık, federalizm ve özerklik gereksizdir.
    8.) Özellikle Erdoğan döneminde Çaankaya’dan Külliye’ye taşınan iktidar merkezinde, İkinci Cumhuriyet dönemine giren Türkiye yüzyılına iki halkın kaderi Irak ve Suriye’de de aynıdır. İran da beş asır önceki gibi aynı yerdedir. Eşitlik ve insanca yaşama yeterlidir silah bırakmak için yeterlidir.
    9.) Zamanın ruhuna uygun olarak PKK tasfiye edilmelidir. Irak ve Suriye dâhil milli dayanışma ve barış konferansları düzenlenmelidir.Bu topraklarda “Biz” kavramının eski ruhuna yani üç büyük dinin uygun davranmalıyız. Son iki asırlık felaketlerin sebebi Batılılardır ki; Orta Doğu ve Asya halkları uyanmış ve biz de bu sürece destek vermeliyiz.

    Sonuç olarak…
    Oslo, Habur ve 2013 yılındaki süreçler karşı hareketlerle çukurlara gömüldü. 18 il-çe ve Diyarbakır Sur’un bir kısmı, Gazze gibi yıkıldı. Bu nedenle sürecin olumlu yürümesi için PKK ve PYD’nin ağır silahları ve örgütü ne yapacağını görmeliyiz.

    Eğer ki Öcalan’ın dediği gibi bu örgütler dükkânı kapatsalar, bu süreç İkinci Yavuz dönemi gibi Türkiye’ye bölgesel ve küresel İmparatorluk yolunu açar ve Kürdler de ikinci altın dönemini yaşarlar.İsrail’in David Koridoru ve Büyük İsrail projesi çöker.

    Türkiye ve Orta Doğu’nun bu tarihi ve makas değişikliği anını iyi okumlayız ki; ya Batı’nın mankurdu olacağız ya da Orta Doğu halkları olarak birleşip muhteşem Bereketli Hilal Birliğini kurup dirilmeliyiz.
    Kürtçe köy adlarını tekrar düzelten ve Ayasofya’yı açan AK Parti, Eyüp Sultan hazretlerinin tepesindeki 70 yıl önce adı değiştirilen İdrisi Bidlisi (Piyer Loti) tepesini, bu konunun ve tarihin siyasi ruhuna uygun, olarak İdrisin Köşkü ya da İdrisi Bidlisi Tepesi olarak düzeltebilir.

    Kürdlerin bu anlamda Müslüman Türklerle tarihte en az altı kez kader birliği yaptığı ve bu konuda birlikte hareket ettiklerini kaydetmektedir. Malazgirt, Haçlılar, Yassıçemen, Çaldıran, Kurtuluş savaşı ve etkili olursa Öcalan’ın son çıkış bu anlamda sayılabilir. Kurtuluş savaşında İngiliz Binbaşı Noel’i kovan Kürdlerden hain çıkmamıştır.

    Bu açıdan bakıldığında Kürdlerin Osmanlı Devletine bağlanmaları sonucu Osmanlı devletine, imparatorluk yolunda Arap ve Acem arasında bir kavşak olan Kürdlerin büyük katkı sağladığı ve günümüzde de aynı rolü, gelecek için oynayabileceği düşünülmektedir.
    Hadi Bismillah…

    Prof. Dr. Hüseyin ŞEYHANLIOĞLU
    Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Uzmanı

    Bir Yorum Yazın

    Ziyaretçi Yorumları - 0 Yorum

    Henüz yorum yapılmamış.